­

GURBETTE GÖZ YAŞIM SILADA SABRIMSIN.. (Mustafa KAYABEK)

SILA  HASRETİ.….

 

Hani…! Arapgir’den Eğin’e doğru yol aldığınızda....Aşutka Yıldırım Akbulut meydanında   bir çay molasında kafanızı şöyle yukarı kaldırıp  Ocak köyündeki büyük yatır  Hıdır Abdal Sultan Hazretleri  için  içinizden  bir   fatiha okuyup  sonra yola devamla .. fırat’a doğru “Dut belinden  bir yol iner, iner dolanı dolanı” türküsüyle  korka korka dolanaraktan ı  süzülerek iniyorsunuz ..ve  , .Merhum Recep Yazıcıoğlu köprüsüne varıyorsunuz..Otobüsden  inenlerin  cıvar köylere dağıldıklarını seyrediyor verilen bu  küçük  mola ile  ..burada  biraz nefeslenip   sonra  Eğin’e  doğru  yol alıyorsunuz.. ..Yeşilyurt’un altından da  türkülerle  geçip, bir nefeslik mola için    Uzabaşı’na  varıyorsunuz.....Burada  bizleri nelerin beklediğini  hiç  tahmin edebiliyor  musunuz..?.tabii ki...Tüm  ihtişamıyla  karşınızda sizi hasretle..kollarını açmış bekleyen ortadan akan fıratıyla  koskoca  bir Yeşil Eğin’i  yüreğiniz hoppurayarak   görüyor  ...diliniz tutulup  boğazınız  düğümleniyor e  konuşamıyorsunuz bile..sadece hıkk..diyebiliyorsunuz....O muhteşem, anlatılamaz manzara karşısında dakikalarca   seyre doyamyorsunuz..Her nefes alışınızda  gözleriniz dolup  dolup boşanıyor.. yaşarıyor. Bu manzaranın hemen  yanı başında   tam karşınızda…size..sanki  hoş geldin  beni niye görmüyorsun  der gibi   bağıran   Hotar  yaylasını bu kez   buğulu gözlerle  seyre başlıyorsunuz ..Sanki size yumuşak bir tebessümle dua eder gibi hoş geldin diyor..mahzun  mahzun  size doğru ..bakıyor  .Evet, hadi bakalım    yavaş  yavaş adımlarla  yokuş aşağı ,iniyoruz....önce, Apçağa .. Gemürgap.. derken  kendinizi  çevlik üstünde  bir anda Faruk bayirinde  buluyoruz....!…

 Şehir merkezine  doğru  tüm ihtişamıyla türkülerimizle ..özellikle  “hadi gidelim Egin’e”  ile sabahın seher vakti türküsünü söyleyerekten  şehir merkezine doğru aheste aheste yol alıyoruz...  tıpkı kanatsız   kuşlar gibi uçası geliyor insanın..bir ara pencereden dışarı baktığımda ..Tütün  kayasına  vardığımızı fark ettim…sahiden gelmişiz..Hadi  şöför  n’olur  şurda 5 dk.bir dur diye yalvardık..bizi kırmadı..indik   burada birlikte  bağdaş  kurup   bizlere sitem eden  şu zalim Angin’in  daşine  şöylece bir  müddet göz attığımızda.. Oradan da payımızı aldık. zira .anılarımız Göz yaşlarımızı hiç  dindirmedi.. Sakın ola bir İnsanın  hem ağlayıp hem de şarkı söylerken ki şeklini  görmeyin derim.tavsiye etmem..bizler çocuk misali sanki ilk okul 1 nci sınıftaki  gibi ağlarken o“türküm doğruyum”  şiirini okuyor  gibiydik.. Az sonra .bu halimizle   henüz şehre varmadan önce  bari şu sol üst taraftaki yol ayırımında duran  Dapurbaşi büküne çıkıp oradan   ..Akdere’nin   tozlu yollarından   Tarlagil’in  yol  çatına varıp ..  çatın başında bir çay molası verelim diye kararlaştırdık..Gerçekten de buradan   akan Fırat ile çevlik gölünü bir  kuş bakışı  seyretmek her şeye değermiş..Hatta..eski büyüklerimiz ” buradan çevlik gölünü seyredenlerin ne muradı  var ise tez olurmuş” derlerdi..

 Şimdi, diğer  bir  nostaljiyi yaşayalım.. !Hani.. İlk okul’a  giderken  nenenizden gizlice ceplerinize  doldurduğunuz o  kıtırik  tutlari ile…sahtiyan çantamızdaki  …oricikler ile   bastıklar  var ya..onları  ..   tenefüs aralarında nasıl da hocalarımızdan  gizlice  ne de   hotiklenirdik…Bir de.. yanlari sökülmiş boçcikli ayakkabılarimiz vardı  ya işte onlari  sabahın erinde çabucak   giyip de   gözümüzün çapağıyla.. o  davarları, gıdikleri  nasıl da ağlayarak   çobana götürür otarırdık.. Yine bir başka önemli  anımız ise …sınıfta  derslerden gizlice kaçip , Dapsalikten aşağı..inerek  Venk’in sallanan köprüsünden  korkarak geçip,,PAŞABAĞİNDEN (sırf  iki defter ortasi kazanacam diye) nasıl da  SÜMBÜL toplamaya  giderdik…!  Yine,Kış-  zemheride okul dönüşü,sahtiyandan kitap-defter dolu  çantamizi  kızak yapıp nasıl da  kayar…sonra da..mosmor   üşüyen   ayaklarımızı  mis gibi tıs kokan  tandurun   tağarına   dayayıp ısıtırdık..! Tandurda.. bir yandan uyuklarken...diğer yandan Sofadaki Arustağdan dıppırayan sinir bozucu  yağmur damlaları hiçbir zaman  aklımdan çıkmamıştır...  Yine,..Sonbahar geldiğinde  deyinlerin  gömdüğü cevizleri toprağı  karıştırarak  bulabilmek büyük bir marifet idi. Bunlardan en çok bulana büyüklerimiz ödül bile verirdi..Bir başka anımız..Düğünlerde büyüklerimizce belimize bağlattırılan   çemiş  torbasiyle  düğünçülere   paçuk , bambu üzümü ve,şeker dağıtıp   ikram  ederdik..Bir de ..Haminnegilin  Kolik çeşmeden başımızı  eğerek   avuç avuç içtiğimiz  soğuk suları hiç unutamıyorum..  Dahası,Kışın kar yağdığında, keklikleri avlamak için toprağa çukur eşip başına da  taş dikip ucunu  iple bağlayıp   tuzak kurar., meteriste  üşüyerek  saatlerce beklerdik. Hele, bunca bu zahmete karşı bir de hiçbir şey  Yakalamadan   geldiğim  üzücü günleri hatırlamak bile istemiyorum.

 Bahar  gelince de ayrı birer muziplik anılarımız vardır... Mesela,  bağ-  bahçalarda bahar temizliği için süpürülüp   toplanan yığma   gazelleri   kifritle zamansız  tutuşdirip anne-baba ve komşularımızdan  az mi azar işitirdik.,.Bir önemli anımız  daha..Ağaçların  gıkgıligine çıkıp da    valalara   silkelediğimiz   tutlari  s.. böyük tasın içinde avuçlayarak  az mı yedik..yedik. !._

Ve.. SON  OLARAK …  İlkbahar geldiğinde.sizler de... tıpkı

TARLAGİL’İN  BÜRHAN   gibi…sögüt  ağaci  dallarından   fittifiler,… düllüceler yapıp  onları    kaval gibi   çaldığınız günleri  hatırlıyabilecek misiniz..?….        (EN DERİN SEVGİ VE SAYGILARIMLA) …                                                                                                                                          Doç. Burhan  TARLABAŞI 

Scroll to Top