SILA HASRETİ.….
Hani…! Arapgir’den Eğin’e doğru yol aldığınızda....Aşutka Yıldırım Akbulut meydanında bir çay molasında kafanızı şöyle yukarı kaldırıp Ocak köyündeki büyük yatır Hıdır Abdal Sultan Hazretleri için içinizden bir fatiha okuyup sonra yola devamla .. fırat’a doğru “Dut belinden bir yol iner, iner dolanı dolanı” türküsüyle korka korka dolanaraktan ı süzülerek iniyorsunuz ..ve , .Merhum Recep Yazıcıoğlu köprüsüne varıyorsunuz..Otobüsden inenlerin cıvar köylere dağıldıklarını seyrediyor verilen bu küçük mola ile ..burada biraz nefeslenip sonra Eğin’e doğru yol alıyorsunuz.. ..Yeşilyurt’un altından da türkülerle geçip, bir nefeslik mola için Uzabaşı’na varıyorsunuz.....Burada bizleri nelerin beklediğini hiç tahmin edebiliyor musunuz..?.tabii ki...Tüm ihtişamıyla karşınızda sizi hasretle..kollarını açmış bekleyen ortadan akan fıratıyla koskoca bir Yeşil Eğin’i yüreğiniz hoppurayarak görüyor ...diliniz tutulup boğazınız düğümleniyor e konuşamıyorsunuz bile..sadece hıkk..diyebiliyorsunuz....O muhteşem, anlatılamaz manzara karşısında dakikalarca seyre doyamyorsunuz..Her nefes alışınızda gözleriniz dolup dolup boşanıyor.. yaşarıyor. Bu manzaranın hemen yanı başında tam karşınızda…size..sanki hoş geldin beni niye görmüyorsun der gibi bağıran Hotar yaylasını bu kez buğulu gözlerle seyre başlıyorsunuz ..Sanki size yumuşak bir tebessümle dua eder gibi hoş geldin diyor..mahzun mahzun size doğru ..bakıyor .Evet, hadi bakalım yavaş yavaş adımlarla yokuş aşağı ,iniyoruz....önce, Apçağa .. Gemürgap.. derken kendinizi çevlik üstünde bir anda Faruk bayirinde buluyoruz....!…
Şehir merkezine doğru tüm ihtişamıyla türkülerimizle ..özellikle “hadi gidelim Egin’e” ile sabahın seher vakti türküsünü söyleyerekten şehir merkezine doğru aheste aheste yol alıyoruz... tıpkı kanatsız kuşlar gibi uçası geliyor insanın..bir ara pencereden dışarı baktığımda ..Tütün kayasına vardığımızı fark ettim…sahiden gelmişiz..Hadi şöför n’olur şurda 5 dk.bir dur diye yalvardık..bizi kırmadı..indik burada birlikte bağdaş kurup bizlere sitem eden şu zalim Angin’in daşine şöylece bir müddet göz attığımızda.. Oradan da payımızı aldık. zira .anılarımız Göz yaşlarımızı hiç dindirmedi.. Sakın ola bir İnsanın hem ağlayıp hem de şarkı söylerken ki şeklini görmeyin derim.tavsiye etmem..bizler çocuk misali sanki ilk okul 1 nci sınıftaki gibi ağlarken o“türküm doğruyum” şiirini okuyor gibiydik.. Az sonra .bu halimizle henüz şehre varmadan önce bari şu sol üst taraftaki yol ayırımında duran Dapurbaşi büküne çıkıp oradan ..Akdere’nin tozlu yollarından Tarlagil’in yol çatına varıp .. çatın başında bir çay molası verelim diye kararlaştırdık..Gerçekten de buradan akan Fırat ile çevlik gölünü bir kuş bakışı seyretmek her şeye değermiş..Hatta..eski büyüklerimiz ” buradan çevlik gölünü seyredenlerin ne muradı var ise tez olurmuş” derlerdi..
Şimdi, diğer bir nostaljiyi yaşayalım.. !Hani.. İlk okul’a giderken nenenizden gizlice ceplerinize doldurduğunuz o kıtırik tutlari ile…sahtiyan çantamızdaki …oricikler ile bastıklar var ya..onları .. tenefüs aralarında nasıl da hocalarımızdan gizlice ne de hotiklenirdik…Bir de.. yanlari sökülmiş boçcikli ayakkabılarimiz vardı ya işte onlari sabahın erinde çabucak giyip de gözümüzün çapağıyla.. o davarları, gıdikleri nasıl da ağlayarak çobana götürür otarırdık.. Yine bir başka önemli anımız ise …sınıfta derslerden gizlice kaçip , Dapsalikten aşağı..inerek Venk’in sallanan köprüsünden korkarak geçip,,PAŞABAĞİNDEN (sırf iki defter ortasi kazanacam diye) nasıl da SÜMBÜL toplamaya giderdik…! Yine,Kış- zemheride okul dönüşü,sahtiyandan kitap-defter dolu çantamizi kızak yapıp nasıl da kayar…sonra da..mosmor üşüyen ayaklarımızı mis gibi tıs kokan tandurun tağarına dayayıp ısıtırdık..! Tandurda.. bir yandan uyuklarken...diğer yandan Sofadaki Arustağdan dıppırayan sinir bozucu yağmur damlaları hiçbir zaman aklımdan çıkmamıştır... Yine,..Sonbahar geldiğinde deyinlerin gömdüğü cevizleri toprağı karıştırarak bulabilmek büyük bir marifet idi. Bunlardan en çok bulana büyüklerimiz ödül bile verirdi..Bir başka anımız..Düğünlerde büyüklerimizce belimize bağlattırılan çemiş torbasiyle düğünçülere paçuk , bambu üzümü ve,şeker dağıtıp ikram ederdik..Bir de ..Haminnegilin Kolik çeşmeden başımızı eğerek avuç avuç içtiğimiz soğuk suları hiç unutamıyorum.. Dahası,Kışın kar yağdığında, keklikleri avlamak için toprağa çukur eşip başına da taş dikip ucunu iple bağlayıp tuzak kurar., meteriste üşüyerek saatlerce beklerdik. Hele, bunca bu zahmete karşı bir de hiçbir şey Yakalamadan geldiğim üzücü günleri hatırlamak bile istemiyorum.
Bahar gelince de ayrı birer muziplik anılarımız vardır... Mesela, bağ- bahçalarda bahar temizliği için süpürülüp toplanan yığma gazelleri kifritle zamansız tutuşdirip anne-baba ve komşularımızdan az mi azar işitirdik.,.Bir önemli anımız daha..Ağaçların gıkgıligine çıkıp da valalara silkelediğimiz tutlari s.. böyük tasın içinde avuçlayarak az mı yedik..yedik. !._
Ve.. SON OLARAK … İlkbahar geldiğinde.sizler de... tıpkı
TARLAGİL’İN BÜRHAN gibi…sögüt ağaci dallarından fittifiler,… düllüceler yapıp onları kaval gibi çaldığınız günleri hatırlıyabilecek misiniz..?…. (EN DERİN SEVGİ VE SAYGILARIMLA) … Doç. Burhan TARLABAŞI …